16 Ocak 2019 Çarşamba

Nükleer enerji’nin geleceği



Herkese selamlar, şimdi dün sabah bir twit paylaştım, Mahfi Eğilmez’in yapısal reformların ne olduğunu anlattığı doyurucu bir yazıyı retweet ettim. Ancak yazıda geçen nükleer santraller kurmalıyız yönlü ibaresine şerh düşmek için bu twiti paylaşırken bir üst yazı yazdım ve nükleer enerji için kötü (alınan riskler sebebiyle), pahallı (kurulum maliyeti, atık yönetimi ve olası bir riskin gerçekleşmesi durumunda üstlenilmek zorunda kalınacak çevresel ve insani felaketlerin maliyeti) ve verimsiz (ülkedeki algı sanki nükleer enerjinin tüm enerji ihtiyacını karşılayacağı gibi olmasından hareketle bu tanımı yaptım. Verimsiz bu anlamda en çok eleştiri aldığım konu oldu, haklılık payı var, başka bir kavram ile bunu anlatabilirdim, bu konuda gelen teknik eleştirileri kabul ediyorum) dedim.
Mahfi Hoca’nın bu paylaşımımı beğenmesi ile söz konusu twitim mahfi hocanın takipçilerinin önüne düşünce bir anda twitimdeki nükleer karşıtı tutumu destekleyenler like verirken, karşı olanlar ise yorumlara abandı J
Böylesi bir etkileşime alışık olmadığım için afallamadım desem yalan olur. Benden belge isteyenler, verileri bilimsel kaynaklara dayandırmamı isteyenler, dünyadaki reaktör inşaatlarını paylaşanlar, naçizane verilerimi temellendirmemi isteyenler twitin aldına doluştu, bir de twitter aleminin olmazsa olmazı hakaret edenler de eksik kalmadı tabi J
Gelen eleştirilerden biri de fotomuhabiri olarak bu işleri fizikçilere bırakmam gerektiği, bir gazeteci olarak bu konuda söylediklerimin ahkam kesmek olduğu yönünde de eleştiriler geldi. Hepsi paylaşımım altında duruyor okuyabilirsiniz. Linki paylaşalım: https://twitter.com/alpaysonmez/status/1085047968179326982

Şimdi ben de tek tek insanlara yanıt vermek yerine düşüncelerimi daha açmak amacıyla bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Bu işin uzmanı olmadığım için elbette ki çeşitli kaynaklara başvurdum, bu konuda yapılmış çalışmaları, bu çalışmaları derleyen yazıları okudum. Yazıda da bunları paylaşacağım sizlerle…
Nükleer enerjinin iyi mi kötü mü, faydalı mı yararlı mı, geleceği var mı yok mu konularına girmeden önce demek istediğim bir şey daha var. Nükleer lobisi gayet faalmiş J onu öğrendim.

AVRUPA ÜLKELERİNİN NÜKLEER POLİTİKASI
Gelen eleştirilerin bir çoğunda gelişmiş ülkelerin özellikle Fransa’nın nükleer gücü ve dünyada yapımı devam eden nükleer santral inşaatları önüme konuldu. Bunlara bakalım önce:
Deutche Welle’nin nükleerin geleceği hakkında derlediği bir haberde şöyle diyor: “Fransa, 58 nükleer reaktör ile AB üyeleri arasında birinci sırada bulunmanın yanı sıra, enerji tüketiminin yüzde 70'inden fazlasını nükleer güç ile sağlaması bakımından da dünyada başı çekiyor. Nükleer enerjiye bağımlılığını azaltmaya çalışan ülke, 2025 yılına kadar elektrik üretimindeki nükleer enerji payını yüzde 50’ye çekmeyi planlıyor.”
Farklı kaynaklardan bu bilgiyi de teyit edebiliyorsunuz, Fransa ömrünü dolduran santralleri kapamaya hazırlanıyor ve ilkini bu sene sonunda yapacak, bakınız: Fessenheim.

Almanya ise zaten Fukuşima sonrası tüm santrallerini kapatma kararı aldı. Almanya 8 reaktör ile ülke enerji ihtiyacının yüzde 13’ünü karşılıyordu ve 2022 de tamamını kapatmış olacak.

Belçika aynı şekilde ülkede bulunan toplam 7 santralinin tamamını kapatmaya karar verdi. Elektrik ihtiyacının yarısını nükleer santrallardan sağlayan Belçika hükümeti, geçtiğimiz günlerde ülkedeki 7 reaktörü 2025 yılına kadar kapatma kararı aldı. Nükleer enerjinin yerine gaz ve açık deniz rüzgar santralları gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılması planlanıyor.
Belçika enerji bakanı Marie-Christine Marghem konuya açıklık getirdi: 
"Belçika şu anda buna hazır mı ? Hayır henüz hazır değil. Ancak aktif bir şekilde çalışmalar yürütüyoruz. Bu sorumluluğu üstlenmiş durumdayım. Yasal anlamda bazı adımlar atmış bulunuyoruz. Bazı kararlar alındı. 2022-2023 yıllarında nükleer santraller kapatılırken gaz üretimine geçilmesi için takvim belirlendi. 40 yıldır işleyen iki santral var. Bu gerçekleştirilebilir. 2025 yılında tamamı devre dışı bırakılacak."
Belçika'da bulunan nükleer santrallerin ne kadar güvenli olup olmadığı tartışılıyor.
Lüksemburg konuya yönelik bazı önlemler almış durumda.
Belçika’da nükleer santrallerde kaza yaşanması ihtimaline karşı halka tedbir amacıyla iyot hapları dağıtılıyor. Amaç dağıtılan yüksek dozdaki iyot haplarıyla tiroid kanseri riskini sınırlamak.
Belçika hükümeti geçtiğimiz aylarda nükleer sızıntıya karşı halka iyot hapları dağıtmaya başladı.
Nükleer santrallere karşı eylemler düzenleyen Stephane Lhomme birçok ülkenin nükleer santralleri kapatmaya başladığını söyledi: 
"Dünya çapında yaklaşık 400 reaktör var. Bunların dörtte üçü çok eski ve etkisiz hale gelmek üzere. İnsanlar bu reaktörleri desteklese de desteklemese de, alternatif bulunup bulunmasa da her şekilde bu reaktörlerin çoğunun kapısına kilit vurulacak. Zaten kapatılmaya başlandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya bunu zaten yapıyor. Geri dönüşü olmayan bir süreç.
Avrupa Birliği yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı için baskı yapıyor.

AB Komisyonu, küresel iklim değişikliğiyle mücadele için yenilenebilir enerjinin 2020 yılına kadar ortalama yüzde 20'ye yükseltilmesini istiyor.

AB üyelerinin nükleer enerji politikaları devletlerin egemenlik alanına giriyor. Avrupa Komisyonu'nun raporuna göre, 2025 yılına kadar Birlik bünyesindeki nükleer reaktörlerin yaklaşık üçte biri ömürlerinin sonuna gelerek kapatılma sürecine girecek. Ve kapanan reaktörler yerine yapılması planlanan reaktör sayısı ise çok az.
Yani sözün özü gelişmiş ülkeler dediğimiz ülkelerin büyük çoğunluğu nükleer enerjiden yenilenebilir enerjiye doğru kayarken (elbetteki kademeli), nükleer enerjiye yatırım yapmayı sürdüren ülkelerin gelişmekte olan ülkeler ve Çin olduğu da diğer bir gerçek.

DÜNYADA KİMLER SANTRAL YAPIYOR
IAEA verilerine göre Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler nükleer kulübüne dahil olmayı hedefleyen ya da varlıklarını pekiştiren aktörler olarak öne çıkıyor.
Örneğin şu anda 22 nükleer reaktöre ev sahipliği yapan Hindistan'da altı yeni reaktör inşa ediliyor ve toplam elektrik üretiminde yüzde 3 civarında olan nükleer payı giderek artıyor.
Toplam dört reaktörü bulunan Pakistan iki yeni reaktörü 2020 yılına kadar hizmete sokmayı ve nükleer gücün enerji pastasındaki yerini yüzde 4'ün üzerine çekmeyi hedefliyor.
Henüz nükleer enerji üretmeyen Birleşik Arap Emirlikleri dört reaktör inşa ederken, Bangladeş, planladığı iki reaktörü 2024 yılına kadar hizmete sokmayı düşünüyor.”

Görüldüğü üzere dünyada şu kadar reaktör yapılıyor, dünya hala nükleere yatırım yapıyor bir yanılsamadan ibaret. Gelişmiş ülkeler kademeli olarak nükleerden çıkarken bu teknolojiyi üçüncü dünya ülkelerine kaydırmalarını da farklı bir değerlendirmeye tutabiliriz. Akkuyu’yu yapacak olan ve aslında sahibi olacak olan Ruslar’dan enerjiyi hangi fiyatla almayı taahhüt ettiğimize ve dünyada enerji fiyatının kaç olduğuna bakarsanız anlarsınız, yazının sonunda ona da ayrı başlık açacağım.

Amerika’ya gelirsek, dünyanın hala nükleer enerjide bir numarası, 100 civarı santral var. Ancak 1979’daki bir nükleer kazadan sonra ülkede hiç santral yapılmadığını biliyor musunuz mesela. Bakın Amerikanın Sesi’nde çıkan bir haberde ne diyor:
“Amerika’da Three Mile Island’daki kaza nükleer enerji sektörüne uzun zaman önce gölge düşürmüştü. Hükümete bağlı Nükleer Denetleme Komisyonu yeniden faaliyete geçmek için başvuruda bulunan santrallere ruhsat verme konusunda oldukça yavaş davranıyor. Charles Ebinder şunları söylüyor: ”Amerika’da dört nükleer santralin inşası için kredi garantisi verilmesi konusunda altı yıl önce yasa çıkarılmasına rağmen şu anda sadece bir reaktör inşa ediliyor. Nükleer Denetleme Komisyonu’na sunulan 20 santral projesi var. Ancak bu projeler son derece yavaş ilerliyor. Projeleri destekleyenler de çok aceleci davranmıyor.”
Yani ABD de böyle can hıraş nükleer santral yapımına gönüllü değil gibi değerlendirebiliriz bu bilgiyi.
“UAEA’nın,  2016 Eylül ayında yayımlanan 2050 yılına dek Enerji, Elektrik ve Nükleer Enerji tahminleri adlı raporu (IAEA, Energy, Electricity and Nuclear Power Estimates for the Period up to 2050, 2016 Edition.), nükleer enerjinin geleceği hakkında önemli ipuçları veriyor. 2050’ye kadar uzanan projeksiyonlara göre nükleer santrallerin küresel elektrik üretimindeki payı en iyimser tahminler hesaba katılsa bile azalacak. 1996 yılındaki zirve noktasında nükleerin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17,6’ydı. Bugün ise dünyada üretilen elektriğin yüzde 11,2’si nükleer santrallerden sağlanıyor. UAEA’nın 2050 için yaptığı en iyi tahmin bile bu oranın yüzde 10’unu geçemeyeceğini belirtiyor. (The World Nuclear Industry Status Report 2016.)
Kötü senaryoda ise nükleerin dünyadaki elektrik üretimine yapacağı katkının yüzde 4,7’ye kadar gerileyeceğini söylüyor. Kötü senaryo çöküşten, iyi senaryo ise gerilemeden bahsediyor. Bu tabloya bakarak bir gelecekten söz edilebilir mi?” diye soruluyor bir yazıda mesela.

Mesela nükleer enerjinin dünya enerji üretiminde payının düşmesini nükleer fanatikleri artan enerji ihtiyacının büyümesine bağlıyorlar. Peki öyle mi gerçekten, yine IEA, Key World Energy Statistics, 2016 verilerine dayandırılan bir makalede diyor ki, “1973 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 38’i kömürden sağlanıyordu 2014’te ise yüzde 40’ı. Elektrik talebi ve üretimi artmasına rağmen doğalgazın payı nükleer gibi azalmadı aksine yüzde 12’den 21’e çıktı. 1973’te neredeyse elektrik üretiminde payı sıfıra yakın olan jeotermal, rüzgar ve güneş gibi kaynaklar 2014’te küresel elektrik üretiminin yüzde 6,3’ünü karşılamaya başladı; payları hızla artmaya da devam ediyor. Bu işin elektrik üretiminin artmasıyla bir ilişkisi olmadığı çok açık, nükleer enerji fanatikliği bu kaynağın yaşadığı sorunları görmezden gelmeye çalışıyor.  Nükleer enerji söylendiği gibi güvenli, ucuz ve sorunsuz olsaydı en azından 1996’daki payını korur, yerini doğalgaz ve yenilenebilir enerji gibi kaynaklara bırakmazdı. Elektrik üretimindeki payı yüzde 3’lerden 17’lere çıkıp, yüzde 11’lere gerilemiş bir kaynaktan bahsediyoruz. Nükleer enerjinin “nazik promosyonu” için var olan UAEA bile, bu payın gerileyeceğinde hem fikir. Hatta enerji sektörüne girdiği ilk yıllardaki oranlara kadar gerileme olasılığının olduğunu da inkar etmiyor.”

DÜNYADA FAAL SANTRALLERİN DURUMU
Evet devam edelim isterseniz, gelen eleştirilerin temelinde yapılan bir dolu santralden bahsediliyor demiştik, onu da bir irdeleyelim, masaya yayalım rakamsal olarak da isterseniz:
Şu an çalışabilen reaktör sayısı dünyada 450. Fukuşima sebebiyle Japonya’da durdurulan reaktör sayısının 40 olduğunu düşünürsek faal olan 410 santral mevcut. Bu santrallerin tasarım ömrü ise 40 yıl. 450 reaktörün 92’si 40 yılı aşmış vaziyette ve her gün sorunlarla boğuştuklarını zaman zaman çıkan haberlerde görüyoruz. 30 yaş üzerindeki reaktör sayısı ise 305 imiş. 10 yaş altındaki reaktör sayısı ise 46 ve çoğu enerji ihtiyacı tavan olan Çin’de bulunuyor.
Yukarıda belirttiğim gibi yeni yapılan reaktörlerin yapıldığı ülkelere bakarsanız bu kapanan reaktörlerin yerine yapılanlar değil üçüncü dünya ülkelerine gelişmiş ülkeler tarafından itelenen santraller olduğunu göreceksiniz.
Gelişmiş ülkeler yenilenebilir enerjiye geçerken, farklı kıtalarda üçüncü dünya ülkelerine bu teknolojiyi güzelleyerek pazarlamakla meşguller. Hürriyet Gazetesi’nde Levent Gündüz imzasıyla çıkan ve bu sene kapatılmaya başlanacak olan Fransa’daki Fessenheim haberinde geçen şu cümleyi de şuraya bırakayım: Dünya sıralamasında Amerika’dan sonra Fransa ikinci sırada. Avrupa ülkeleri nükleer enerjiden geri dönüş çalışmalarıyla her yıl 1-2 nükleer santral kapatma çalışmaları başlatılıyor.”


FUKUŞİMA ÖRNEĞİ
Türkiye’ye dönmeden önce FukuŞima faciası döneminin başbakanı fizikçi Naoto Kan neler diyor ona da bakalım mı:
“New York'taki Cornell Üniversitesi'nde bir konuşma yapan Kan, "Japon siyasetçiler deprem ve tsunami afetlerine tepki verme konusunda fazlasıyla deneyimli; ancak hiç kimse bu tür bir felakette ne yapılacağını bilmiyordu," diyerek, nükleer felaketlerin etkilerinin altını çizdi.Tokyo Teknoloji Enstitüsü'nde Uygulamalı Fizik dalında lisans öğrenimi almış olan eski başbakan Naoto Kan, felaketin yol açtığı sonuçları henüz kimsenin aydınlatamadığını belirtti. Soğutma sistemlerinin devre dışı kalması durumunda reaktörde erime yaşanacağını bildiğini ifade eden Kan, santralden sorumlu olan Tokyo Elektrik Enerjisi Kurumu'nun, durumun ciddiyetini hemen kavrayamadığını ve ardından bizzat kendisinin santrali ziyaret ettiğini söyledi.
Japonya'da 50 milyon kişinin radyasyon nedeniyle tahliye edilip göç etmek zorunda kalacağı "en kötü durum senaryosunu" başarıyla atlattıklarını ifade eden Naoto Kan,
Japonya'da şu anda iktidarda olan Liberal Demokrat Parti'nin nükleer yatırımlarına devam etmesini de eleştirerek, nükleer enerjinin Japonya'da geleceğinin olmadığını belirtti.
Kan görevinden istifa etmeden önce, Japonya'nın nükleer enerjiyi 2030 yılı itibariyle bırakmasını teklif etmişti.
"Etkilerinin tamamen geçmesi 100 yıl sürecek" dediği Fukuşima vakasının ardından, Japonya Parlamentosu'na yenilenebilir enerji konusunda yasa tasarıları getirdiklerini söyleyen Kan, bu sayede Japonya'da güneş enerjisi konusunda önemli atılımlar ortaya çıktığını vurguladı.
Dünya'ya yenilenebilir enerji çağrısında bulundu
"Güneş ışınları; tarım mahsulleri ve güneş panelleri arasında paylaşılabilir," diyen Kan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Eğer bu uygulama yaygınlaşırsa, Japonya enerji ihtiyacının yarısından fazlasını tarlalardan temin edebilir. Nükleer enerji ile fosil yakıtlara bağımlılığın sona ermesi ve yenilenebilir, doğal enerjinin kullanılması; barış ve huzur içinde bir dünyanın yolunu açabilir. Ben kendimi, yılmaksızın bu hedefin gerçekleşmesine adayacağım."


TÜRKİYE'NİN DURUMU
Gelelim Türkiye’ye, Akkuyu nükleer santrali Türkiye’nin ihtiyacı olan enerjinin yüzde 4’ünü karşılaması öngörülüyor. Sinop’da yapımına karar verilen ancak henüz yapımına başlanmayan santral ile beraber yüzde 7. Sinop’da yapılacak olanı Japonlar yapacaktı biliyorsunuz ancak Fukushima sonrası orda bir belirsizlik de oluştu. Yani verimsiz diyerek kendimi yanlış ifade ettiğim yer burası. Yani iki santral kurarak karşılayacağımız enerji miktarı yüzde 7. Aldığınız riskleri ise düşünmek bile istemiyorum. Hızlı treni daha çalıştıramayan, demokrasi anlamında gerileyen, her kararı tek adamın verdiği bir rejimde burnumuzun dibinde yüzde 7 enerji payı için bir nükleer santral istememek bu ülkenin yaşayan her vatandaşının en doğal hakkıdır.
Bu konuda söz söylemek sadece fizikçilerin, mühendislerin hakkı değil bilakis bu topraklarda yaşayan yaşayacak her bireyin hakkıdır.

Akkuyu’da enerji alım garantisinden bahsetmiştim yukarıda, ona da bakalım isterseniz:
“Akkuyu'da üretilecek elektrik enerjisinin bir kısmına devletimiz tarafından alım garantisi verildi. Karşılık olarak ta 20 milyar dolar maliyetle inşa edileceği kamuoyuna yansıyan santralin tüm finansmanını Rusya Federasyonu üstlendi. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Akkuyu Nükleer Santrali'nin 1. ve 2. ünitelerinde üretilecek elektriğin %70'ine, 3. ve 4. ünitelerinde üretilecek elektriğin %30'una 15 yıl satın alma garantisi vermiştir. Bu da yıllık ortalama 17 milyar 500 milyon kilovatsaat, 15 yılın sonunda ise toplam 262,5 milyar kilovatsaat elektrik enerjisini sözleşmede belirlenen fiyatla alım garantisi olduğu anlamına geliyor.
Üretilen 1 kilovatsaat enerji için sözleşmede 12,35 dolar sent alım garantisi olduğu belirtilmekle beraber, inisiyatif Rusya tarafında olmak üzere Akkuyu projesinin geri ödemesinin sağlanması amacıyla fiyat 15,33 dolar sent kilovatsaate kadar çıkabilecektir”
Akkuyu Nükleer Santrali'nin çoğunluk hissesi olan %51'i her zaman Rusya Federasyonu'na ait olacaktır. Federasyon, diğer %49 hisseyi dilerse Türkiye'deki yatırımcılara satabilecektir. Santralin 60 yıl işletilmesi planlanmaktadır.

Kısacası Akkuyu’da kurulan nükleer santral de bize ait olmayacak. Üretilen elektriği de dünya enerji piyasasının üzerinde bir rakamla satın almayı taahhüt etmiş durumdayız.
Şimdi tüm bunları düşününce nükleer enerji hala nasıl savunulabiliyor anlamak mümkün değil. Ha nükleer silahlanma için bunu talep edenler var, onlar için kalem oynatmaya bile gerek duymuyorum.

PEKİ ALTERNATİF?

“Tamam bokladın nükleeri, ne yapacağız” diye soranlar olursa diye belirteyim.  Elbette ki termik santral, hidroelektrik santrallere yüklenelim demiyorum. Ülkemizdeki enerji haritasını incelediğimizde bir çok avantaja sahibiz. Minicik Hollanda’nın tarımda bizi defalarca katlaması, Almanya gibi bize göre bulutlu bir memleketin ürettiği güneş enerjisini düşününce yapılması gereken zaten ortaya çıkıyor. Yine bir çalışmada şöyle diyor:
“Enerji Bakanlığı’nın kabul ettiği güneş enerjisi potansiyeli yılda 380 milyar kilovatsaati buluyor. Türkiye’nin mevcut elektrik ihtiyacının 260 milyar kilovatsaat olduğunu hatırlatalım. Güneş seçeneklerden sadece bir tanesi. DPT raporlarında enerji verimliliği ve tasarrufu potansiyelinin %20-25 arasında olduğu da açık açık yazıyor. Lafı uzatmadan söylersek, enerji verimliliği, rüzgar, jeotermal ve biyokütle gibi kaynaklar Türkiye’yi yaklaşan temiz enerji çağında çok avantajlı bir ülke yapabilir. Gelecekten bahsediyorsak, akıllı kentlerden, güneş enerjisinden, elektrikli araçlardan, verimli motorlardan bahsetmeliyiz. Geçmişin enerji kaynağında ısrar etmenin Türkiye’ye bir yararı yok. Nükleer enerji konusunda inatçı değil akılcı politikalara ihtiyaç var.”
Türkiye'nin güneş enerjisi potansiyeli
Evet madem gelişmiş ülkeleri örnek alıyorsak onların gitmeye karar kıldıkları yolu tercih etmemiz gerekiyor. Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Bugün daha doğru bir enerji tüketimi ve çok büyük bir güneş enerjisi imkanına sahip bir ülke olarak yapmamız gereken hızla yenilenebilir enerji yatırımlarına ağırlık vermek olacaktır.
Türkiye'nin rüzgar enerjisi potansiyeli
Bu ülkenin çocukları ve gelecek nesillere sorunlarla boğuşacakları ve olası felaketleri göğüslemek zorunda kalacakları nükleerle bezeli bir memleket yerine çatıları dağı taşı güneş panelleri ile kaplı, tarım arazileriyle eş güdümlü rüzgar türbinleri ile bezeli bir ülke bırakmamız gerekiyor. Bu yazıları kaleme aldığım, faydalandığım yazıların linklerini de paylaşıyorum, sonra mabadından mı üfürdün denmesin efendim, böyleyken böyle….